Zaman hızla değişiyor, değerlerimiz her geçen gün biraz daha eriyor. Son zamanlarda duyduklarımız, gördüklerimiz, bir toplumun çürüyüşünün sessiz çığlıkları gibi yankılanıyor. Evet, sözüm ona evli, çocuklu kadınların kendi çocuklarını, yuvalarını bir kenara itip başka evli erkeklerin peşine düşmeleri…
Bu sadece bir aile dramı değil; bir milletin vicdanına saplanan hançerdir. Zira bir annenin terk ettiği çocuk, yalnız kalmaz sadece. Umudu eksilir, inancı sarsılır, hayatı darmadağın olur.
Bugün ihanetin adı aşk, terk edişin adı özgürlük oldu. Kutsal aile kavramı, dizilerde tüketilen bir tema; annelik ise sadece doğurmakla sınırlıymış gibi anlatılmakta. Peki ya sonra? Geriye kalan, terk edilmiş minik kalpler, annesizliğin acısıyla büyüyen çocuklar, dağılan ocaklar…
Kimse konuşmuyor ama herkes biliyor: Bu çocuklar, aslında diri diri toprağa gömülüyor. Çünkü anne sevgisinden mahrum büyüyen bir yürek, her sabah biraz daha eksilir.
Oysa annelik, bir görev değil sadece. Bir emanettir. Ve o emanet, nefsin arzusuna kurban edilemeyecek kadar değerlidir. Aşk bahanesiyle yıkılan yuvaların enkazı altında kalan çocukların sesini duymak zorundayız.
Bir milletin asıl kaybı sınırlarını değil, ailesini kaybetmesidir.
Bu yazıyı yazarken bir cümle zihnimde yankılanıyor, kalbime ok gibi saplanıyor.
*“Bir annenin nefsi uğruna terk ettiği çocuk, sadece evini değil; umutlarını, güvenini ve geleceğini de kaybeder.”*
Gelin, ne pahasına olursa olsun önce evlatları koruyalım. Çünkü onlar bizim hem günahımıza hem de vebalimize şahit olacak olanlardır.
İLAHİYATÇI YAZAR HAMİDE DONMUŞ